Kıbrıs Rüyası: Osmanlı Sarayında Rüyaların Siyasete Dönüşen İzleri
Osmanlı sarayında rüyalar, Kıbrıs seferinden Avusturya cephesine ve Genç Osman dönemindeki krizlere kadar, karar süreçlerini etkileyen sembolik araçlardı. II. Selim, I. Ahmed ve II. Osman örnekleri, rüyanın meşruiyet, motivasyon ve uyarı işlevlerini somutluyor.

“Kıbrıs Rüyası”: Osmanlı Sarayında Rüyaların Siyasete Dönüşen İzleri
BİLGE TABİRCİ / İSTANBUL
Rüyayla Başlayan Kıbrıs Seferi
Saray kroniklerinde aktarıldığına göre Sultan II. Selim, bir gece rüyasında Cenab-ı Peygamber’den Kıbrıs’ın fethi için müjde aldı; karşılığında bir cami inşa ettirmesi telkin edildi. Divan-ı Hümayun’daki tereddütlere rağmen sefer kararı alındı ve ada kısa sürede Osmanlı hâkimiyetine girdi. “Şükran nişanesi” olarak da Selimiye Camii’nin vakfedildiği rivayet edilir. Böylece bir rüya, imparatorluk stratejisinde belirleyici bir etkiye dönüştü; rüya kültürünün devlet aklıyla kesiştiği en bilinen örneklerden biri olarak hafızalara kazındı.
Rüyadan Devlet Stratejisine: I. Ahmed’in “Güreş” Görümü
Sultan I. Ahmed’in bir gece gördüğü rüyada Avusturya kralıyla güreştiği ve arka üstü yere düştüğü anlatılır. Saray çevresi bunu “mağlubiyet” olarak yorumladı. Ancak Üsküdarlı Aziz Mahmud Hüdai’ye gönderilen rüya mektubuna gelen cevap, tabiri tersyüz etti: İnsanda “arka”nın, cansızlarda “toprak”ın en güçlü unsur olduğuna, sırtın yere değmesinin kuvvetlerin birleşmesini simgelediğine dikkat çekildi. Bu yorum, padişahın moral üstünlüğünü pekiştirdi; kısa süre sonra Avusturya cephesinde Osmanlı lehine sonuçlar doğdu. Rüya, savaş meydanına çıkmadan önce siyasi ve psikolojik hazırlığın parçası hâline geldi.
Aziz Mahmud Hüdai’nin Etkisi ve “Rüya Diplomasisi”
Dönemin önde gelen mürşitlerinden Aziz Mahmud Hüdai, padişahların rüyalarını yalnızca metafizik bir muamma olarak değil, karar süreçlerini disipline eden sembolik bir dil olarak ele alıyordu. Hüdai’nin tabirleri, rüyayı iktidar psikolojisiyle, risk yönetimi ve zamanlamayla buluşturuyordu. Padişahların yazılı istişare geleneğini (mektupla tabir talebi) sürdürmesi, rüyanın saray protokolünde resmî bir “öngörü aracı” olarak ciddiye alındığını gösteriyor.
Genç Osman’ın Uyarı Rüyası ve İstanbul İsyanı
Sultan II. Osman (Genç Osman), Hacca gitme niyeti etrafında şekillenen tartışmalı dönemde dikkat çekici bir rüya gördüğünü anlattı: Tahtında Kur’an-ı Kerim okurken Resulullah gelir; padişahın sırtındaki zırhı ve elindeki Mushaf’ı alır, ardından yüzüne bir tokat indirir. İlk tabir, “niyetteki tereddüdü gidermeye yönelik ilahî uyarı” olarak yorumlandı. Aziz Mahmud Hüdai ise İstanbul’dan ayrılmanın büyük ve felaketli hadiseleri tetikleyebileceği yönünde açık uyarıda bulundu. Buna rağmen hac hazırlıkları duyulunca Yeniçeri Ocağı ayaklandı; süreç, padişahın önce tahtını, ardından hayatını kaybetmesiyle sonuçlandı. Vaka, “uyarı rüyası”nın dikkate alınmadığı bir siyasal atmosferde fren mekanizmalarının nasıl çöktüğünü gösterdi.
Rüyaların Devlet Yönetimindeki Yeri: Analiz
Osmanlı pratiğinde rüyalar, ne mutlak kader ne de salt hayaldi; karar vericilerin zihin dünyasını, motivasyonunu ve kamuoyuna (ulema, ordu, bürokrasi) yönelik meşruiyet dilini etkileyen bir “anlam üretim aracı”ydı. II. Selim örneğinde rüya, tereddütlü bir stratejik hamleyi hızlandırdı; I. Ahmed’de moral ve psikolojik üstünlük sağladı; II. Osman’da ise uyarı işlevi gördü ancak siyasal realiteyle çatışınca krizi önleyemedi. Bu üç örnek, rüyaların sarayda bir “erken uyarı—meşruiyet—motivasyon” üçgeni kurduğunu; tabirin ehil ellerde bir tür “simgesel istişare”ye dönüştüğünü ortaya koyuyor. Son tahlilde rüya, tek başına tarih yazmadı; fakat kararların yönünü, anlatısını ve toplumsal kabulünü şekillendiren güçlü bir kültürel kaldıraç görevi gördü.